21 Nisan 2020 Salı

Demiryolu Serserileri - JACK LONDON (SENTEZ DÜNYA KLASİKLERİ)

İngilizceden çevrilmiştir-Yol, ilk kez 1907'de yayınlanan Jack London'un otobiyografik bir anısıdır. 1890'lı yıllarda Birleşik Devletler'in o zamana kadar yaşadığı en kötü ekonomik bunalımda Londra'nın deneyimlerini anlatmasıdır. 
İlk Yayınlanma Tarihi: 1907
Yazar: Jack London
Tür: Biyografi
Sayfa sayısı: 224
Ülke: ABD

ESERİN ÖZETİ
 
General Kelly’nin ordusuna katılmak isteyen  iki bin serseri Washington’a varmaya çalışmaktadır.  Bu serserilerin amacı 1 Mayıs’ta Washington’da toplanarak iş ve ekmek istemektir.Bu orduya katılmak isteyenler oraya ulaşmak için , trenlere parasız binmekte serserilik ve dilencililik yaparak hedeflerine ulaşmak için bir yarış yapmaktadır.   Bu çapulcu sürüsünün geçtiği yerlerde olay çıkmasın diye onlara mecburen yemek verilmektedir.
 
Olayın kahramanı olan kişi de  tek başına yiyecek aramanın toplu olarak yiyecek aramaktan daha kolay olduğuna inanarak ordudan da ayrılmıştır. “Şehri “aç” bir şehir haline getirenler aç Hobolardı. Şehir sakinlerinin evlerinin arka kapılarını, kapılar ses vermez hale gelinceye kadar “yumrukluyorlardı.”
 
Batı’ya doğru giden gece trenine binen kahraman yiyecek bir şeyler bulmak için çok yoksulların yanına gitmek zorundaydı. Bütün Birleşik Devletlerin her yerinde büyük evlerden yiyecek dilenmiş ama sadece küçük kulübelerde yaşayan yoksul insanlardan yiyecek alabilmişti. Bu ülkede sadece yoksullar hayırseverdi. “Hayırseverlik, en az köpek kadar açken onunla paylaştığınız kemiktir.”
 
Hayatımda hiç dilenmemiştim ve bu benim ilk yola çıkışımda en zor hazmettiğim şeydi. Dilencilik hakkında saçma fikirlerim vardı. Felsefem, o zamana kadar, dilenmek tense çalmanın daha iyi olduğuydu; soygun daha güzeldi, çünkü tehlikesi ve cezası ötekilere oranla daha büyüktü. Bir istiridye korsanı olarak, adaletin elinde mahkûmiyetlerim vardı, onların hepsinin cezasını çekecek olsam devletin hapishanesinde bin yıl yatmam gerekirdi. Çalmak erkekçeydi;” Ama ilerleyen günlerde fikirlerim değişecek ve dilenciliğe keyifli bir şaka, bir zekâ işi ve bir tür sinir egzersizi olarak bakacaktım.
 
Bir dilencinin başarısı iyi hikâye anlatabilmesindeydi.  Aç kaldığında yiyecek alabilmek için  yiyecek istenecek kişinin kişiliğine ve mizacına hitap edecek bir hikâye anlatarak yiyecek istiyordu.  Altı gün devam eden o yolculuk boyunca Fransız köylülerinden dilendiği kuru ekmek kabuklarıya yaşamıştı.
 
Serseri hayatının ve Hoboların ülkesinde hayatın yüzü çok yönlüydü. Bir Hobo bir an sonra ne olacağını asla bilmeden yaşardı. Hobolar sadece şimdiki anı yaşıyorlar ve hayatın  rüzgârına ve tesadüflerine kapılıp gidiyorlardı.
Trenlerde bir yarış içindeydi. Batıya doğru gitmek için yarışan serserilerin kendinden önede olanları ile bir yarış içindeydi. Kendinden hızlı giden rakiplerini izlerinden ve bıraktıkları işaretlerden anlıyordu. Kaçak olarak bindiği trenlerde görevlilere ve aynasızlara  yakalanmamak için ilginç yöntemler bulmuştu. Karnının doyurmak için de sayısız yöntem bulmuştu.
 
Buna rağmen kendisi de soyguna uğrayabiliyor, hırsızlar tarafından izleniyordu.  Sonunda yakalanmış ve hapse de düşmüştü. İçerde otuz gün yattı.  O hapishanede inanılmaz ve korkunç şeyler görmüştü.  “Suyun tek bir iyi tarafı olduğunu söylemem gerek, sıcaktı. Sabahlan “kahve” deniliyordu, öğleleri “çorba” olarak şereflendiriliyordu ve akşamlan “çay” maskesini takıyordu. Ama sürekli bildiğimiz aynı suydu. Tutuklular ona “sihirli su” diyorlardı.”
Erie İl Hapishanesi’nde ekmeği dolaşıma biz sokuyorduk. Evet, üstelik tütünlerinden feragat eden bu zavallı adamlara tutumluluğu ve tasarrufu öğretiyorduk. Ve sonra biz bir örnek teşkil ediyorduk. Her mahkûmun yüreğine bizim gibi olma ve haraç yeme tutkusunu yerleştiriyorduk. Toplumun kurtarıcıları evet, sanırım toplumun kurtarıcılarıydık… Bizler bir kurt sürüsüydük, Wall Street’te iş yapanlar gibi.”
 
Hapisten çıktıktan sonra trenlerede gezinmeye devam etmişti Ama artık aranmıyor ve suçsuzdu Buna rağmen polisleri görünce kaçmayı öğrenmişti.  “Polisin gelişi hakkında hiçbir şey bilmiyordum, miğferli polislerin her iki elleriyle çocuklara uzandıklarını gördüğümde kaçtım. Koştuğumun farkında bile değildim. Oysaki  Benim kaçmam için hiçbir neden yoktu. Artık Hobo değildim. O toplumun bir vatandaşıydım. Doğup büyüdüğüm şehirdeydim. Hiçbir suçum yoktu.”
 
Bir kolej öğrencisiydim. İsmim gazetelere bile geçmişti ve içinde hiçbir zaman uyumadığım güzel elbiseler giyiyordum. Ama yine de kaçtım körlemesine, çılgınca, korkmuş bir geyik gibi bir sokak boyunca kaçtım. Ve kendime geldiğimde, hâlâ koştuğumu fark ettim. Bacaklanmı durdurmak için epeyce uğraşmam gerekti. Hayır, bundan asla kurtulamayacağım.”
 
“Yarış berabere bitmişti. Çünkü tam ben milyonere ulaştığım anda, yataklı vagon görevlisi de bana ulaşmıştı. Formaliteler için vaktim yoktu. Alelacele “Yemek için bana bir çeyrek ver!” diye haykırdım. Orada oluşum kadar gerçek; milyoner elini cebine soktu ve bana… tam tamına… kesinkes… bir çeyrek verdi. Sanırım öylesine şaşırmıştı ki, otomatik olarak dediğimi yaptı ve ondan bir dolar istememiş olmam, o zamandan beri, kendi adıma benim için büyük bir pişmanlık konusudur. İsteseydim bir dolan alabileceğimi biliyordum.”

©KİTAP TANITIM → Bu site telif hakkına sahiptir. İzinsiz alınan, paylaşılan veya çoğaltılan her metinin telif hakkı vardır. 






METNİ YAZAN: MUHAMMED YUSUF ÇATMA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz.